Nusret günde kaç saat uyuyor ?

Efe

New member
Nusret günde kaç saat uyuyor? Kişisel bir gözle başlamak gerekirse…

Forumdaki çoğumuzun adını ezbere bildiği bir figür: Nusret Gökçe. Kimimiz için “tuzu havadan serpen adam”, kimimiz için küresel bir başarı hikâyesi, kimimiz için ise abartının ete bürünmüş hali. Sosyal medyadaki her paylaşılan videosu, “acaba bu adam günde kaç saat uyuyor da enerjisi bitmiyor?” sorusunu akla getiriyor. Çünkü gerçekten de her an hareket halinde, her an kamerada, her an sahnede. Ama işin özüne indiğimizde, mesele sadece “kaç saat uyuduğu” değil — mesele, bu kadar görünür bir tempoda yaşamanın bedeli ne?

Sürekli görünürlük kültürü: Uykusuz bir başarı mı, yoksa yorgun bir illüzyon mu?

Nusret’in paylaşımlarına baktığımızda neredeyse 7/24 aktif bir yaşam görüyoruz. Sabah spor salonunda, öğlen restoran açılışında, akşam dünya starlarına et servisi yapıyor. Bu tempoya bakarak “adam günde 3-4 saat uyuyor olmalı” diyen çok. Belki doğru, belki değil; ama kritik nokta şu: Toplum artık uykusuzluğu bir güç göstergesi haline getirdi.

“Çok çalışan az uyur, çok kazanan uyumaz” mantığı, modern çağın en yaygın yanılsamalarından biri. Halbuki nörolojik ve psikolojik araştırmalar net: uzun süreli uykusuzluk, karar verme yetisini azaltır, empatiyi düşürür, agresyonu artırır. Bu da bizi şu çelişkiye götürüyor: Başarının sahne ışıkları altında, insan tarafı ne kadar canlı kalabilir?

Erkeklerin stratejik, kadınların empatik bakışı

Bu konuda forumda sık sık iki farklı yaklaşım çatışıyor.

- Erkeklerin stratejik bakışı: “Adam markasını küreselleştirdi, uykusuzluk bedeldir.” Bu bakış açısı başarıyı ölçülebilir çıktılarla değerlendiriyor: para, şube, takipçi sayısı. Erkek üyelerin çoğu Nusret’in disiplinini, “savaşçı zihniyetini” övüyor. Onlara göre uyku bir lüks, hedefe ulaşmaksa bir görev.

- Kadınların empatik yaklaşımı: Kadın üyeler genellikle “bu kadar temponun insan tarafını unutturabileceğini” söylüyor. “Gözleri yorgun, yüzü donuk; gerçekten mutlu mu?” gibi sorular yöneltiliyor. Kadınların çoğu, başarının duygusal sürdürülebilirliğini önemsiyor: “Ruhun da dinlenmeye ihtiyacı var.”

Bu iki bakışın çarpıştığı noktada, tartışma ısı kazanıyor: Başarı, insanın bütünlüğünü kaybetmesi pahasına mı tanımlanmalı?

Uyku bir zayıflık değil, stratejinin parçası

İlginçtir ki, birçok üst düzey lider ve girişimci (Jeff Bezos, Ariana Huffington gibi) son yıllarda “uyku reformu”ndan bahsediyor. Yani artık uyumamak değil, doğru uyumak övülüyor.

Nusret’in markası bir enerji sembolü gibi: hızlı hareketler, keskin bıçak sesleri, parlayan et yüzeyleri… Bu görsel enerjiye sahip olmak için bedensel enerjiyi korumak zorundasın. Dolayısıyla Nusret gerçekten az uyuyorsa bile, bu sürdürülebilir bir model değil. Stratejik olarak, uykuya zaman ayırmak bir “zayıflık” değil, sürdürülebilir performans yatırımıdır.

Kültürel boyut: “Uykusuz kahraman” miti

Bizim toplumda çalışkanlık genellikle “uykusuzluk” ile eş anlamlı görülür. “Gözünü kırpmadan çalışan adam” yüceltilir, “dinlenmek” ise tembellikle karıştırılır. Nusret’in figürü bu kültürel mitin dijital yansıması. 7/24 çalışan, daima gülen, hiç bitmeyen enerjisiyle modern çağın destansı işçisi gibi.

Ama insanın biyolojisi efsanelerle uyumlu değildir. İnsan bedeni, sürekli uyarılmışlık halini sürdüremez. Sosyal medya kameraları kapandığında, o enerjinin yerini ne alıyor? Sessizlik mi, yalnızlık mı, yoksa sadece derin bir yorgunluk mu?

Uykunun kaybolduğu çağda insan kalmak

Modern kapitalist kültür, üretkenliği dinlenmeden üstün tutuyor. “Uykusuz kahraman” figürü yalnızca Nusret’te değil, her sektörde karşımıza çıkıyor. Ancak ironik olan şu: kendine zaman ayıramayan insanın yaratıcılığı da giderek azalıyor.

Uyku, sadece bedeni değil, hayal gücünü de besler. Rüya, yaratıcılığın laboratuvarıdır. Eğer bir insan — kim olursa olsun — sadece “işleyen bir makine” haline gelirse, o parıltı sönmeye mahkûmdur. Nusret’in enerjisi ilham verici olabilir ama sorgulanmadan örnek alınırsa, tükenmişlik sendromuna giden yolu da meşrulaştırır.

Erkeklik miti ve güç gösterisi

Erkek merkezli başarı anlatılarında uyumamak, “dayanıklılık”, “erkekliğin testi” gibi kodlarla sunulur. “Yorgunum ama devam ediyorum” cümlesi, adeta bir madalya gibi taşınır. Nusret’in paylaşımlarında da bu “güç” vurgusu açık: terli kaslar, sabahın köründe spor, gece yarısı çalışma…

Oysa güç sadece kaslarda değil; dengeyi koruma becerisinde de gizlidir. Kadınların “empatik bakışı” burada daha bütüncül bir pencere açıyor: “Yorulmak, insandır. Dinlenmek de cesarettir.”

Belki de yeni nesil başarı tanımı bu iki bakışı sentezlemeli: hem üretmek hem kendine iyi bakmak.

Gerçekten kaç saat uyuyor?

Net bir veri yok. Bazı röportajlarda “günde 4-5 saat” dediği söyleniyor, bazı çalışanları ise “her zaman erkenden ayakta” olduğunu belirtiyor. Ama burada asıl soru şu: Gerçekten bu kadarı sağlıklı mı?

Bilim diyor ki: 5 saatten az uyuyan insanların stres hormonu seviyesi %30 artıyor, karar verme refleksi %20 düşüyor. Yani başarı sürdürülebilirlikten kopuyor.

Belki Nusret bir istisnadır; belki de o enerjinin bedelini biz görmüyoruz. Fakat onun hikâyesi üzerinden, toplum olarak “uykusuzluğun kahramanlaştırılması”nı sorgulamak şart.

Forumda tartışmaya değer sorular

- Sizce Nusret’in enerjisi doğal mı, yoksa profesyonel bir imaj yönetiminin ürünü mü?

- “Az uyuyan başarılı olur” miti sizce ne kadar gerçek?

- Kadınların “denge odaklı” yaklaşımı, erkeklerin “hedef odaklı” zihniyetiyle nasıl uzlaştırılabilir?

- Toplum olarak dinlenmeye neden hâlâ suçlulukla bakıyoruz?

- “Kendine bakmak” sizce bir zayıflık mı, yoksa yeni çağın stratejisi mi?

Son söz: Enerjiyi değil, dengeyi idol yapma zamanı

Nusret’in hikâyesi ilham verici; sıradan bir kasaptan küresel bir marka yaratmak büyük bir başarı. Ama bu hikâyenin bize fısıldadığı şey, sadece çok çalışmak değil; aynı zamanda kendini unutmadan çalışmak olmalı.

Günde kaç saat uyuduğu değil, o uykusuz gecelerin arkasında nasıl bir insan kaldığı önemli. Çünkü sonunda hepimiz için aynı gerçek geçerli: Enerji gösterilebilir, ama denge yaşanır.

Belki de artık “nöbet tutar gibi yaşayan” değil, “yaşamı sindirerek sürdüren” insanların çağındayız. Sizce, “uykusuz başarı” devri gerçekten bitti mi?